Uzman Jandarma Çavuş Şahin Tunabey mesleğinin onuncu yılında çile doldururken, artık bir şeyleri sorgulamak bir tarafa, “savaş” açmanın vakti geldiğini muhasebe ediyordu.
Öne sürüldüğü çatışmaların birçoğunda silah arkadaşlarının ölümlerine, kol bacak kopmalarına, ağır yaralanmalara, kucağında can vermelere şahit olmuştu. Bunların hepsinden yara almadan kurtulmuştu fakat psikolojisi, artık normal bir insanın fersah fersah ötesindeydi. Kendisi bile artık akıllı bir insan olduğuna inanmıyordu. İçinde bulunduğu kirli savaşın, birilerinin menfaat savaşı olduğunu ve kendilerinin de, düşman safında savaşanların da hep baronların yem olarak sahaya sürdüğü birer kurma oyuncak olduğunun farkındaydı. İki cepheye de silah satışı ve bağışı yapan silah tüccarları, dış gizli servisler, örgütleri taşeron olarak kullanan uyuşturucu kalantorları için hayati öneme sahip bu terör ve savaşın çarkına yağ döken birer oyuncaklardı. Ölen de öldüren de eski çağlarda zenginlerin eğlencesi olan gladyatörlerin birer örneği gibiydi.
Otomobiliyle Tuzla yolunun kıraç arazisi üzerine kurulu asfalt yolun üzerinde ilerlerken, radyoyu, yine aynı frekansı açtı.
Radyodaki üçkağıtçı üslup, alabildiğince fahişe ses tonuyla kombinasyon oluşturarak, son zamanlarda tüm ülkeyi saran dolandırıcılık ağının meyvesi olan sözde bitkisel ilaçları pazarlamak için büyük bir ihtiras ve coşkuyla yankılanıyordu kulağının içinde.
Benzerlerinde sabah şekerleri programına katılan bazı soytarı düzenbaz adi heriflerde rastlanan o ibibik suratın ardına gizlenen sahtekâr ses tonu, adeta dalga geçercesine, kendisini telefona bağlayan üçkâğıtçılık şebekesinin sunucuna sesleniyordu:
“Efendim, kendimizi her zamanki gibi laboratuarlara kapattık. HALKIMIZA nasıl faydalı oluruz, nasıl daha iyi işler yaparız, nasıl hizmet ederiz, bunun için gayretle çalıştık ve birazdan size sunacağımız bu mükemmel ürünü meydana getirdik.”
Sesinde cılk bir batakçı, adi bir madrabaz tınısı bulunan bu namussuz, insanların cebindeki parayı soymanın hevesiyle heyecanlı bir gayretkeşliğe soyunmuştu.
Kulak zarını tırmalarcasına, o adi hırs ve sahtekârlık coşkusuyla, o fahişe ağız, pazarlamaya çalıştığı pisliği kulağa küpe etmek istercesine, telefon numaralarını aynı utanmazlıkla, defalarca tekrarlıyordu: “0 212…” 0212…” 0212…”
Şahin, acaba ne zaman bırakacak bu tekrarlamayı, diye merakla dinlemeye devam ederken, uzadıkça uzamanın verdiği sinirle radyoyu yumruklamak istedi bir an.
O 0212’yi her tekrarlayışı, adeta bir ses sanatçısına yapılan vokali andırıyordu.
O melun binaya yaklaştı ve aracını binanın arka garajına doğru çekti.
Bagajdan RPG ve BIXI’yi çıkardı. Sonra tabancasına susturucuyu takıp ilerledi. Kapıdaki güvenlikçiyi tek atışta sessizce indirdi ve arabanın arka kaputuna saklanıp, RPG ile binanın girişini roketledi. İçeride panik ile kaçışanları BIXI ile tarayıp tek tek öldürdü. Arka kapıdan kaçmasınlar diye RPG’yi omzuna alıp arka kısma koşarak birkaç hedef noktayı ateşleyerek yangın yerine çevirdi. Üst katlara da birkaç roket fırlatarak içeride tek bir canlı bırakmayana dek BIXI ve RPG ile yaylım ateşine devam etti.
İçeriden kaçmayı başaranları ise canas ile tek tek indirdi. Bina iyice alevlendi ve cehennem atmosferi halini aldı. Ardından gökyüzünde helikopter sesi işitildi. RPG’Yi omuzlayıp, helikopterin yaklaşmasını bekledi. Bu esnada falsolu koşular yaparak, olası makineli tüfek mermilerinden korunmaya çalıştı. Helikopter yaklaştığı zaman RPG’yi ateşledi ve helikopterde bir ateş topu meydana geldi. İçinden paraşütle atlayan iki özel harekâtçıyı daha yere inmeden canas ile avladı. Helikopter yer ile temas ettiğinde korkunç bir gürültüyle patladı. Biraz sonra özel harekât timlerinin konvoyu geldi.
“Çatışsam mı, çatışmasam mı?” diye biraz bekledi. Arkasına döndü ve o namussuz, üçkâğıtçı, vatan haini, cahil avlayıcılarının yandığı binaya baktı:
“İçinde hiç kimse sağ kalmadı. Öyleyse gerek de kalmadı artık. Görev tamamlandı.”
Atletini çıkarıp, sopanın ucuna astı ve arazinin ortasında salladı. Namlular kendisine uzanmışken, “teslim oluyorum” diye haykırdı. Gözaltına alınıp, şehrin meydanına geldiğinde ise manzara farklıydı. Devrim olmuş ve kendisinin ömür boyu diktatör oluşunun tebligatı yapılmıştı. Kelepçeleri söküldü. Biraz önce kendisini tutuklatmaya götürecek olan polislere ise “korkmayın lan” dedi. “Hepiniz serbestsiniz.” Halk sokağa dökülmüş, üçkâğıtçılık ve soygunculuğa karşı verdiği destansı mücadele sonrası silahlı mücadeleyle düzeni değiştirmiş ve adını tarihe yazmıştı. Toplanan kalabalığa konuşma yaptı.
“Tuzla’daki o direnişi yapmasaydım, bugün devrim olmayacaktı. Birkaç tane it köpeği geberttim ve insanlığın kurtuluşuna vesile oldu. Artık bir tane dolandırıcı bile bu memlekette barınamayacak.”
Sonraki gelişmeler…
Diktatör Şahin Tunabey’in emriyle hava kuvvetlerine ait yüzlerce uçak, ülkenin çeşitli kentlerine ait mahalleleri bombaladı. Devrimin ilk yılında bilanço ağır: 1 milyon ölü…
Tankçı ve topçu birliklerinin girdiği yerlerde taş taş üstünde kalmadı. Türkiye nüfusunun bir yılda 76 milyondan 60 milyona düşmesi (ölüm ve toplu göçlerle birlikte) tüm dünyanın dikkatini çekti.
Piyade birliklerinin girdiği yerlerde toplu katliam ve tutuklamalar yapmasıyla, bazı şehir ve köyler hayalet kente dönüştü.
Diktatör Şahin Tunabey’in, aynı zamanda katliamlar dışında sosyal politikaları da vardı. Mesela kentsel dönüşüm programları ile ülkenin gelişimine çok önem veriyordu. Küçük ve büyük şehirlerdeki varoş ve gecekonduların tamamını yıktı, tek bir bina kalmadı. Bunun için maliyet ve zamana çok önem verdiği için, havadan bombalama işleri ile yıkımları gerçekleştirdi. Yıkılan evlerde yaşayan insanların kamp ve iaşe giderleriyle maliyetlerinin yüksek olmaması için, bombalama işleri, içinde insanlar varken ve gece yarılarında yapıldı.
Bombalama faaliyetlerine katılmayı reddeden Türk pilotları fazla olunca, bu işleri yapmak için Avrupa ülkelerinde yaşayan faşist yabancı pilotlar Türkiye’ye getirildi. Bunlardan bir tanesi yönünü devlet başkanlığı sarayına çevirip, saray binasını bombalamaya kalkışınca, henüz saraya yaklaşmadan uçaksavarlarla imha edildi.
Şahin Tunabey’in bir de ideolojik programı vardı. Tek din, tek ırk ve tek mezhep politikası ile iki milyon kişi öldürüldü, beş milyon kişi ülkeden kaçtı. Devrimin iki buçuk yılı geride kaldığında nüfus kırk beş milyona düşmüştü.
Toplu kıyım ve küçülme işlemi başarıyla yürütüldüğünde, büyük taarruz işlemi dış ülkeleri işgal seferberliğiyle boyut değiştirdi. İlk etapta Suriye ve Irak tamamen işgal edilirken, İran’ın bir kısmı da ilhak edildi. Ardından Güney Kıbrıs ve Yunanistan taarruzları başlayınca, ABD ve AB ülkeleri ittifak yapıp toplu halde Şahin hükümetine savaş ilan etti.
İlk defa ABD, NATO ve Şangay kuvvetleri ittifak yapmış ve nerdeyse tüm dünya Şahin hükümetine savaş ilan etmişti. Çünkü Rusya’yı “sıra size de gelecek” diye ikna etmişlerdi.
NATO ve ABD piyade birlikleri sarayı ele geçirdiklerinde Şahin Tunabey kaçmamıştı. Ancak çatışmamıştı da. İdam sürecinde konuşacakları vardı.
Herkes ondan kripto bilgiler bekliyordu. Onu bir kozmik oda olarak gören de vardı. Fakat yargılanma sürecinde hiç konuşmadı.
İdam sehpasına götürülürken konuşacağım, dedi. Sehpaya çıkarılırken son sözleri şu oldu:
“Hızlı yaşayıp, genç ölüyorum, hıhahahahhahahahaa!”
Şahin Tunabey, beş yıllık iktidarının ardından idam edilirken, otuz yedi yaşındaydı.