Orhan’ın, öldüğünden beri, uzun boyu bir karış daha uzamış.
Takazalı bir dille, Kitabım çıktı, diyor bana. İlk ve son romanım. Bu romanımı okurlarıma imzalamak istiyorum.
Niçin olmasın, diyorum. Bir-iki kitabeviyle görüşüp bir imza günü ayarlarım.
Ben kitabevi değil, büyük bir otelin, Hilton’un ya da Pera Palas’ın lobisinde imzalamak istiyorum, diyor.
Olur, diyorum. Onu da ayarlarım.
Olur, ama ben bugün imzalamak istiyorum, diyor, oldukça kızgın. Vaktim yok, yukardan izin alıp geldim buraya.
Bugün biraz güç, diyorum. Hiç değilse bir-iki gazetede haberi çıkmalı. Bir ilân vermeli.
Ne zaman olur bunlar, diye soruyor.
Orhan’a benzemeyen bir Orhan bu, çok sert.
Hilton’la konuşayım, gazetelere de haber vereyim, dilersen bir de küçük ilân hazırlayayım. Pazar gününe yetişir, diyorum.
Bugün Çarşamba, diyor Orhan. Beni Pazara değin bırakmazlar. En erken ne zaman olur, sen onu söyle bana.
Orhan, yaşarken benimle hiçbir zaman böyle konuşmamıştır. Bir gün olsun sesini yükseltmemiştir. Bu nedenle oldukça şaşkınım.
Peki, diyorum. Yarın… yarın için bir şeyler ayarlamaya çalışacağım.
Sana güveniyorum, diyor ve gözden yitiyor.
O gider gitmez, oturup (nerdeyim) bir küçük ilân metni kaleme alıyorum.
./.
ORHAN DURU
YARIN
21 ARALIK PERŞEMBE GÜNÜ
HİLTON OTELİ LOBİSİNDE
SAAT 15:00-18:00 ARASI
OKURLARINA
SON KİTABI
AZ ROMAN’I
İMZALAYACAKTIR.
Kalemi bırakır bırakmaz düşümde uykuya dalıyorum.
Uyandığımda hiçbir zaman perdelerini örtmediğim pencerede sabahın ilk ışıkları ve kar taneleri…
Kendi kendime soruyorum: Orhan Duru ölmedi mi ki?
Hayır, ölmemişti.
Bir an için bana öyle geldi.
Şu anda bu satırları yazarken gene öyle geliyor.
19-20 Aralık gecesi 2012