Açlık Fiziği. Çöp Kalitesi. Esnaf Vicdanı. Korku Yönetimi. Kavga. Kir. Ortak esmerlik. Vahşet ve sefaletin kardeşliği. Sürpriz poşetler. Karton yataklar. İnşaat serinliği. Uyanmanın gururu. Parke taşlarının arasında genç yoncalar. Küçük kemik parçaları. Koyu renkli kırık şişeler. Çamurlu tırnaklarıyla ayaklar. İzler. Sokağa atılanlar. Sokağa doğanlar. Sokağa sığınanlar. Yol ortasında hayaller. Oyuncak kamyonun ipi. İpin ucunda şoför Metin. Elinde ekmeği. Gidiyor kamyon. Metin’in yaşı yirmi altı. Aklı altı. Pantolonunu tutan çamaşır ipi. Çözüp indiriyor. Tişörtünün altında taşakları, üstünde hiç kimsenin anlayamadığı çığlıkları. Ve çocuk arkadaşlarının yardımı. Giydirdiler. Metin onlara ekmek verdi. Almadılar. Ekmek. Kirli.
Tabak sesleri. Mavi mandallarıyla ıslak çamaşırlar. Düşen damlalar. Damlaların isabet ettiği çocuk burunları. Uzun, yıkanmış donlarıyla hıdırellez aşıkları. Okul servisleri. Umutsuz durum güncellemeleri. Ve ter kokulu akşam dolmuşlarında bahar. Yeryüzünde kıyamet alametleri. Sonsuz katlı apartımanlar. Siteler. İçlerinde yaşayan küçük ofis muhbirleri. Bunlardan biri. Semiha Kanar. Boğaziçi işletme. İngiltere’de master. “Bugün kimi kime gammazlamalı? Amirin gözüne nasıl girmeli?”. Sabahları servis bekler. Akşamları terfi.
Yirmi-Yirmi bin hertz arası mahallî tıkırtılar. Siyah poşetlerde bira şişeleri. Ağır iskambil kağıtları. Telefon tuşları. Vahide’nin takma dişi. Ikea koltuklarında plaza sikişi. Tozlu paspaslar. Apartman otomatiği. Yoksulların ders programında hayat bilgisi. Ve yaşlıların kararsız nabızları. Mahallenin kelebek sallayan serserileri. Afişlerde bankasever komedyenler. Üç çocuk annesi mutfak robotları. Tam otomatik evlilik terapistleri. Olmayacak dualar. Aminler.
Yıkılan inançları ve soylu ağıtlarıyla insan sesleri. Kendilerine uygun kılıklar bulup. Bir telefondan diğer telefona. Birleşerek, çoğalarak anlamlarına kavuşurken. Şehrin semalarında kelimeler. Başlangıç için son verenler. Yeni bir son için başlayanlar. İnsanoğlu muhtaçtır. Sevişmek için. Başkasına. Katlanmak için. Kendisine. Söz ve duman çıkan ağızlarıyla ahir zamanların ejderhaları. Renkli kalemler. Siyah fotoğraflar. Yanmış filmler. Parklarında çocuklar. Salıncaklarında melekler.
Otomobil lastiği. Ortasında yeşil alevler. Ateşin üstünden geçiyor çocuklar. Yanık kaşlarıyla evlerine dağılır ve yapmadıkları ödevler için bahaneler düşünürler. Ucuz spor ayakkabıları, sallanan dişleriyle; tanrıyı, elektronları ve ölümü anlamaya çalışıyorlar.
Alevler büyüyor. Lastik koktu. Hızır ve İlyas kılık değiştirdi. Aşıkların saçlarını okşuyorlar. Küçük kağıtlarda oğlanlar, kızlar, otomobiller, evler. Geceyi bahara bağlayan dilekler. Şimdi çok uzak bir yerde. Büyüyen hıdırellez ateşleri. Isıtırken. Ayyaşları. Kovulmuşları. Evsizleri.
“Biliyorum şimdi arasam”la başlayan düşünceler. Dilsiz gölgeleriyle sabahın değiştiremediği hayatlar. Uyandıklarında devam eden kabuslarıyla kalabalık. Kalabalığın arasında Fatih Çalık. Çocukken misket oynardık. Babasının dükkanında çalışmaya başladı. Sakalları uzadı ve bir daha hiç kısalmadılar. Şimdi ise şalvar, cüppe, sarık… Ama kıçını da yırtsa, asla iyi misket oynayamayacak. Çünkü bunun tanrıyla bir ilgisi yok.
Herkes gittiğinde başbaşa kaldığımız şeylerden ibaret bir dünya. Hastalanıp saklanan hayvanlar. Alış veriş intiharları. Sandalye istemek için masalara yaklaşanlar. Yanlarından geçen Mehmet Işıklar. Sesleniyorlar. “İyi misin şampiyon?”. Kaşının üstünde iki zımba, patlak dudaklar, kıvrımsız kulaklar ve ufak şişliklerle soranları suskunluğuna mahkum ediyor Mehmet.
Hızırın rengi siyah. İlyas’ınki sarı. Dörderden sekiz ayak. Dökülmüş tüyler. Yaralı yüzleri. Buharlaşan nefesleri. Islak burunları. Keskin dişleri. Dinliyorlar. Otomobiline yaslanmış Semiha Kanar’ın ihanetçe bilen başka bir arkadaşına telefonda söylediklerini. Fazla konuşamıyor Semiha. İkisi birden. Bir anda. Sıyrıklar. Diş delikleri. Isırıklar. Tırnak izleri. Semiha Kanar. Kanıyor. Kan; kızıl ve sıcak, ayakkabısında. Bağırarak yıkılıyor kaldırıma. Yüzünü parçalıyor Hızır. Kulaklarından birini çekiştirip koparıyor İlyas. Genç kadının bileğini dişleyip sıkarken. Derinlerde tanıdık bir his. Kemik. Ve arkadaşına dönüp boğuk bir hırıltıyla fısıldıyor.
“Yeterince dinledik…”